Liberal
temsili demokrasilerde göze çarpan ilk sorun temsil edilememe sorunudur.
Öncelikle kronik olarak oy vermek, temel siyasal katılım biçimi olarak
görüldüğü için, oy vermeme ya da verememe tercihinde siyasal karar alma
fonksiyonunu yitirmiş olursunuz. Bunu bir kenara bırakıp da oy verdiğinizi
düşünürsek, yine de parlamentoda temsil edilmeme, yani karar almada söz sahibi
olamama durumunuz söz konusu olabilmekte.
Türkiye’den
örnek verecek olursak; 2002 seçimlerinde[1] oy
verenlerin yalnızca %53’ü gibi bir oran mecliste temsil edilme hakkı kazanmış
ve oyların üçte birini alan parti meclisin üçte ikisini ele geçirmişti.
Örnekleri kolaylıkla çoğaltabiliriz.
Modern
temsili demokrasilerde seçilmiş yönetim, ilgisiz-bilgisiz seçmenlerin de
tercihlerini yansıtır ve bu temsilciler “genel
irade” olarak kabul edilir. Çıkar gruplarının hakimiyetine dayalı olan ve
son olarak iktidarın güç ve yetkilerinin etkin biçimde sınırlandırılmadığı bir
siyasal yönetim hüküm sürer.
Peki
modern demokrasiler neden başarısızdır? Bunun iki nedeni vardır: birinci nedeni
“eksik enformasyon”dur. Seçmenler,
tercihte bulunacakları adaylar, siyasal partiler, hükümet veya parti
politikaları ve bu politikaların sonuçları hakkında yeterli bilgiye sahip
değildirler.
Demokrasinin
başarısızlığının ikinci nedeni ise “siyasal
ilgisizlik”tir. Siyasal ilgisizliğin seçmen açısından rasyonel gerekçeleri
olabilir. Bilgi edinmek ve bilgileri değerlendirmek için katlanılmak zorunda
kalınan uğraşı, seçmenleri ilgisizliğe teşvik eder.
Öte
yandan, şekli ne olursa olsun, liberal demokrasilerde azınlığın hakimiyeti
kaçınılmazdır. Bir başka deyişle üretim araçlarını elinde bulunduran ya da
medya gücünü elinde bulunduran hakim kişi veya kişi grupları seçmeni kendi
çıkarına yönlendirebilir, gerçekleri örtebilir. Nereden bakarsak bakalım,
ekonomik üstünlük özgür seçimleri esareti altına alabilir.
Genellikle
Marxist kuramcılar, liberal demokrasinin siyasal katılım formlarının bir
aldatma olduğu kanısındadırlar. Prosedürlere oy vermenin düzeni
meşrulaştıramayacağını iddia ederler. Seçmenler yetenekli demogoglar tarafındna
kandırıldığını anlayamayabilir. Adaylar seçmenlere gerçek bir seçim (seçenek
anlamında) vaad edemeyebilir.bu tip demokrasi, uygun politikalara sahip iki ya
da üç adayı bir platform üzerinde eşitlediği için övülür. Ekonomik ilişkilerin
reflekslerinin güç ilişkisine döndüğü, Marxistlerin burjuva demokrasisi dediği bu nosyon, bu güç ilişkileri terk
edilinceye kadar[2]
oy verme işlemi sadece zaman kaybıdır.
Demokrasiye
bir diğer eleştiri, özellikle de Platon tarafından, politik karar vermenin de
bir ustalık gerektirdiği ve bazı seçmenlerde bu ustalığın olmadığı
konusundadır. Bu özelliği yüzünden demokrasi, ne yaptığını ve becerisini az
bilen insanların elinde yoksul ve yetersiz bir siyasal sisteme dönüşür. Gemiyi
yolcular değil, kaptan yönetmelidir.
Çoğu
seçmen farklı adayları karşılaştırıp değerlendirecek kapasitede değildir.
Seçmenler bu uygunluğa erişene kadar, konuyla ilgili olmayan, onlara iyi
bakmayı vaad eden ya da güzel bir gülüşe sahip olan bir temsilci seçecektir.
Diğer bir oy verme şekli de önyargılar ile yapılacaktır. Sonuç olarak, birçok
uygun temsilci seçilemez ve birçok uygunsuz olanları ise uygunsuz nitelikleri
ile birlikte seçilir.
Olay
tersine dönebilir ve eğitimli yurttaşların argümanı ile demokrasi
lağvedilebilir, hep birlikte demokrasi terk edilebilir. Ya da bu mümkün değilse
eğer, insanları ilgilendiren diğer bütün alternatif seçenekler primlenir.
Bir de demokrasinin paradoksu
olarak literatüre geçmiş bir kavram vardır. Bir örnekleme ile açıklarsak daha
anlaşılır olacaktır. Sivil toplumlarda resmi idam cezasının olmaması gerektiği
düşünen bir karakter yaratalım. İdam cezasının var olup olmaması için bir
referandum yapılıyor bu karakterin toplumunda. Karakterimiz karşı oy
kullanmasına rağmen, çoğunluğun oylarıyla yasalaştırılıyor. İşte burada bir
paradoks ortaya çıkıyor: kişisel doğru ve çoğunluğun doğrusu. Bir de aynı
karakterimizin idam cezasına çarptırıldığını düşünelim. Tam bu nokta paradoksu
çok daha iyi ifade ediyor. Karakterimiz için çoğunluğun kararı yani çoğunluğun
diktası kaçınılmaz oluyor.
[1] İki parti TBMM’ne girebilmiştir.
Bunlardan AKP, %33.4, CHP %19.8 oy almıştır. AKP tek başına hükümeti
oluşturmuştur.
[2] Yani kapitalizmin antitezi sosyalist devrim ile.
KAYNAKÇA:
- Berger,
Peter, Günümüz Dünyasında Demokrasi, çev. C.Aykan, Yayla, Atilla, Sosyal ve
Siyasal Teori: Seçme Yazılar içinde, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1993
-Berger,
Peter, Demokratik Kapitalizmin Şüpheli
Zaferi, çev. E.Özbudun & L.Köker, Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi:
Yeni Değerlendirmeler içinde, Türk Demokrasi Vakfı Yayınları, Ankara
- Holden,
Barry, Understanding Liberal Democracy,
London:Phllip Allan, 1988
-Popper,
Karl R., Açık Toplum ve Düşmanlarına
Yeniden Bakış, çev. İ.Dağı, Yayla, Atilla, Sosyal ve Siyasal Teori: Seçme
Yazılar (içinde), Siyasal Kitabevi, Ankara, 1993
- Warburton,
Nigel, Philosophy the Basics (Fourth
Editions), Routledge Taylor & Francis Group, London and New York, 2004