19 Ağustos 2011 Cuma

VAHDETTİN HAİN MİYDİ? VATANSEVER MİYDİ?

VI. Mehmed Vahdettin'in hain olup olmadığı sorunsalı yıllardan beridir tartışılır. Bazen bilim adamları bazen de siyasetçiler bu tartışmaya katılır. Peki ya gerçekten hain miydi, değil miydi? İkisi için de somut nedenler ortaya koymak gerekir.

I. Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye topraklarında ikili bir yönetim havası hakimdi. Bir yanda İttihat Terakki siyasetiyle harekat eden Anadolu ve Rumeli Mudafai Hukuk Cemiyeti (ARMHC)ve diğer yanda İmparatorluk. ARMHC ilk başlarda mandacılıkta yoğunlaşsa da daha sonra mutlak bağımsızlık fikri ile hareket ediyordu. Oysa ki saray erbabı vatanı değil, imparatorluğu kurtarma zihniyetindeydi. Örneğin, 30 Mart 1919'da İngilizlere sunulan barış planında Vahdettin, tahtını korumak için bağımsızlıktan tamamen vazgeçmiştir. (AKŞİN, 2009:163)
"Vahdettin ortacağcıl, feodal bir zihniyetin gereğini yapmaktaydı. Bir adam çağdışı olduğu için hainlikle suçlanamaz. Çağdışı olmak belki bir suçtur, ama başka bir suçtur. " (AKŞİN, 2009: 163)
 "Padişah'ın halifesi olduğu bir ülkeye "ihanet eden" duruma düşmesi ne yazık ki dönemin tarihsel, siyasal, ekonomik ve en önemlisi dış koşullarının bir sonucudur" (KONGAR, 2009: 134)
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönem imparatorları ne yazık ki bu tarihsel konjonktürü yakalayamamıştır. İmparatorluklar yıkılıp bir bir ulus-devletler kurulurken inatla imparatorluğu ayakta tutmaya çalışmışlar ve süreci yakalayamamışlardır. Kurtuluşu İngiliz eteklerinin altına girmekte bulmuşlardır. Şunu da hatırlatmakta yarar var: ARMHCnin giriştiği mücadele en başlarda bir mucize arayışı gibi görülüyordu, ki doğruydu da.

Vahdettin, 13 Mayıs 1920de Anzavur İsyanı'na katılanları ödüllendirdi. Hatırlatalım, Anzavur İsyanı, Kuvay-ı Milliye hareketine karşı açılmış yeni bir cephe olmuştur. Mayıs ayı boyunca M.Kemal ve arkadaşlarına yönelik idam kararları çıkarıldı. 10 Ağustos 1920de ise Sevres Antlaşması'nın hükğmetçe imzalanmasını onayladı. 26 Mart 1922de ise İngilizler ile özel ve gizli anlaşma isteği gönderildi. 17 Kasım 1933de ise Vahdettin, İngiltere'ye ait bir gemi ile ülkeyi terk etti.

Bu kronolojide Vahdettin'in hükümranlığını korumak adına iç savaşı harladığı da görülüyor. Hükümranlığını sürdürmek istemesi tabii ki normal ama "ne var ki, İç Savaşın düşman istilası sırasında çıkartılması, işin rengini çok değiştiriyor. Burada işte, hainlik vardır." (AKŞİN, 2009: 163)

En son olarak ise Milli Mücadele başarıya ulaştıktan sonra İngilizlerle anlaşmak istemesi var ki bu da büyük bir benciliyet örneğidir. İngilizler ile kaçması ise geri dönülemez bir yola girdiğindendir.

Vahdettin'in hakkında hain hükmünün verilmesinin en büyük sebebi, eğitimi, ufku ve geleceği görüşündeki eksikliktendir. 

Karşıt görüş için, Yılmaz Çetiner'in Son Padişah Vahdettin kitabı okunabilir.

KAYNAKÇA

Sina Akşin, Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi, İmaj Kitabevi, 2009
Emre Kongar, Traihimizle Yüzleşmek, Remzi Kitabevi, 2009


16 Ağustos 2011 Salı

11 Ağustos 2011 Perşembe

STOA OKULUNDA DİN FELSEFESİ


Genelde Stoa Okulu, ilk dönem, orta dönem ve Roma Stoa’sı gibi dönemlere ayrılarak incelenir. (GÖZE, 2009: 60) (AĞAOĞULLARI, 2006a: 416) Bu, genel olarak Stoa felsefesini anlamak için kronolojik ve iyi bir yöntemdir. Fakat bizim yazımızın konusu panteizm olduğuna göre bizim için önemli olan ilk dönem stoacılarıdır. 

Yunan “polis”lerinin yıkıntıları üzerine kurulduğundan dolayı, Yunanlıların üstün ırk olduğu düşüncesinden sıyrılmışlardır. Bu da onları panteist düşünceye yaklaştırmıştır. Sadece Yunanlıların saygı duyulmaya değer varlıklar olduğu düşüncesinden sıyrılıp ve tüm insanlar eşit, özgür ve evrensel olarak nitelendirilmiştir. Tüm bu şartlar, Stoa Okulu’nu özgün bir felsefeye ulaştırmış ve Cicero[1], Seneca, Marcus Aurelius[2] ve Epiktetos gibi kişilere ilham oluşturmuştur. (YETKİN, 2008: 122-128) (GÖZE, 2009: 60-63) 

Stoa Okulu’nun siyasal yaşama etkisi olan “kozmopolis” düşüncesini, siyasal felsefe ile alakadar olduğundan bu yazının konusuna girmemektedir.

Stoacı felsefe, hemen hemen diğer çağcılları gibi mantık, fizik (metafizik) ve ahlak olmak üzere üç dala ayrılır. (AĞAOĞULLARI, 2006a: 419) Konumuzla alakadar olmadığından dolayı bu dalları da genişçe açıklamak lüzumu görülmemiştir.

Stoa Okulu, benimsediği doğa görüşü hakkında Herakleitos’un “ateş” ya da “logos” görüşünden etkilenmiştir. Temel amaç olarak mutluluğa erişmeyi kabul eden Stoacılara göre, logos aynı zamanda akıldır, doğadır, Tanrıdır. Yani doğaya uygun davranmakla akla ve Tanrıya uygun davranmak aynı şeydir. Akıl da tüm evrende bulunur. Akla uygun yaşamak evrene uygun yaşamaktır. Erdemli kişi olmak için de hem doğaya hem akla uygun yaşamak gerekmektedir. Çünkü erdem, doğanın bizi yönelttiği amaçtır. (GÖZE, 2009: 61-62)

Ayrıca Stoa Okulu, bilgelik ve erdemin sadece belirli insanlarda bulunmadığını iddia ederek Yunan polislerindeki “yurttaşlık” bilincini de yıkmıştır.

Stoacılara göre; Tanrı sadece tüm dünyayı –dünyayı geniş algılamak lazım, kozmos gibi- yaratmakla kalmamıştır. Dünyanın özünü ve ruhunu da oluşturmuştur. Buradan şu sonuç rahatlıkla çıkarılabilir: Dünya, Tanrının ta kendisidir, Tanrıya içkindir. Sadece dünya değil, Tanrı ile bütün doğa birdir.

Stoacılardan biri olan Khrisippos’un sözleri ile “insanların bireysel doğaları, tüm evrenin doğasının bir parçasıdır, işte, bu nedenle de bireysel yaşam doğaya uygun olmalı, insan doğal olmayan yaşamdan kaçınmalıdır.” (YETKİN, 2008: 124) 

İşbu görüşleri ile Stoacılar, panteizmin temellerini ortaya koymuş oldular.
“Stoacılık her türlü uzlaşmaya ve koşula uyum sağlayan yapısı, dünya devleti düşüncesi, doğal hukuk anlayışı, kavramlar üzerinde oynayarak farklı insanlara seslenebilen çeşitli, hatta çelişkili söylemleri ve dinsel görüntüsüyle, dünyanın en büyük imparatorluklarından birinin, Roma İmparatorluğu’nun hâkim ideolojisini besleyen temel kaynak durumuna gelmeyi başarmıştır.”

Kendisine doğayı temel alan Stoa düşüncesi, iyiliği, erdemi, akılcı davranışı ve Tanrıyı da doğaya eşit görmüştür.


[1] Doğal hukuk anlayışından yola çıkarak “kozmopolis” düşüncesine ulaşmıştır.
[2] Marcus Aurelius, Stoa felsefesini siyasal iktidarın en üst basamağına çıkarmıştır. Kendisi bir Roma İmparatoru’dur.


KAYNAKÇA:
1 -Ağaoğulları, Mehmet Ali, Kent Devletinden İmparatorluğa, İmge Kitabevi Yayınları, 2006, Ankara
2 -Göze, Ayferi, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, Beta Yayınları, 2009
3 -Yetkin, Çetin, Siyasal Düşünceler Tarihi – 1, Salyangoz Yayınları, 2008, İstanbul

10 Ağustos 2011 Çarşamba

SİYASAL PARTİLER KANUNU NEDEN ANTİDEMOKRATİK?

Türkiye Cumhuriyeti hukuk düzeninden sadece bir yasayı alıp incelemek pek anlamlı değil. Yine de Siyasal Partiler Kanunu'nu (SPK) incelemek, Türk siyasal hayatında partilerin durumu, işleyişi hakkında bilgi verecektir. Bunun için Anayasamızın ilgili hükümlerine de bakılması gerektiğini ısrarla belirtelim.

SPK'nın genel esaslar bölümünde tanım, amaç, kapsam, siyasal partilerin niteliği, üyelik ve teşkilat gibi konulara değinilmiştir. Burada bahsedilen maddeler uluslararası normlara uygundur. Buna karşılık teşkilatlanmayı düzenleyen 7.maddeye 1999 yılında eklenen ek cümle bazı aksaklıkları gidermiştir: "Siyasi partilerin tüzüklerinde ayrıca kadın kolu, gençlik kolu ve benzeri yan kuruluşlarla, yabancı ülkelerde yurtdışıtemsilciliği kurulması öngörülebilir." Eklenen bu cümleden önce kadın kolu, gençlik kolu ve benzeri yan kuruluşlar, yabancı ülkelerde örgütlenmenin önü açılmıştır. Bir sorun giderilmştir.

8. madde, kanunda belirtilen  belgelerin İçişleri Bakanlığı'na verilmesiyle partinin kurulacağını belirtir. Görüntüde hiçbir sorun yoktur, siyasal partiler izin almaksızın, belgeleri topladığında kurulur. Aynı madde bir siyasi partinin en az 30 üyeyle kurulacağını da söyler ki gayet makul bir rakamdır.

Peki bu kanana göre kimler siyasal partilere üye olamazlar?
A) Hakimler ve savcılar, Sayıştay dahil yüksek yargı organlarımensupları, kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri, yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri, Silahlı Kuvvetler mensupları ile yükseköğretim öncesi öğrencileri siyasi partilere üye olamazlar.
B) 1- Kamu hizmetlerinden yasaklılar,
2-  Basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar ile istimal ve istihlak kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık suçları, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma veya Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle mahkum olanlar,
3- Taksirli suçlar hariç beş yıl ağır hapis veya beş yıl ve daha fazla hapis cezasına mahkum olanlar,
4- Türk Ceza Kanunununİkinci Kitabının birinci babında yazılı suçlardan veya bu suçların işlenmesini aleni olarak tahrik etme suçundan mahkum olanlar,
5- Terör eyleminden mahkum olanlar.
Bilindiği gibi terör ve ideolojik eylemlerden fıkrasından 2003 yılında R.T.Erdoğan milletvekili olabilmesi için "ideolojik" kısmı çıkarılmış ve kısmen düzeltime gidilmiştir. Yine de bu maddede  bulunan tanımlanmamış kelimeler, yuvarlak anlatımlar hakimlere geniş bir takdir yetkisi bırakıyor ve zaman zaman hukuksuzluğa neden oluyor.

Büyük Kongreyi düzenleyen madde 14 ise parti içi oligarşinin oluşmasına olanak sağlamaktadır. Büyük Kongre üyelerini seçen il delgelerini yine parti genel başkanı seçmektedir ve bu statükonun devamını sağlamaktadır. Benzer durumlar, MYK ve Disiplin Kurulu için de geçerlidir.

Bunun dışında SPK, ön seçim gibi demokratik bir unsuru mecbur kılmamıştır. Çoğu düzen partsi de milletvekillerini, MYK üyelerini ön seçim olmadan ya da göstermelik bir temayülle seçerler. Bunun sebebi bizzat SPK'dur.

Madde 22ye göre ise partiler TBMM'de grup kurmak için 20 milletvekiline ihtiyaç duyarlar. Bu rakam 60-80 arasında 10du. Yani, grup kurmak zorlaşmıştır.

Türk siyasetinde sıkça karşımıza çıkan baraj konusu, seçimlere girmeden önce de partilerin önünde bir engeldir. Madde 36 partilerin seçime girmesi için bazı örgütlülük düzeyini aşması gerektiğini içerir. "Siyasi partilerin seçimlere katılabilmesi için illerin en az yarısında oy verme gününden en az altı ay evvel teşkilat kurmuş ve büyük kongrelerini yapmış olması veya Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunması şarttır. Bir ilde teşkilatlanma, merkez ilçesi dahil o ilin ilçelerinin en az üçte birinde teşkilat kurmayı gerektirir." Bu ölçüde örgütlenemeyen bir parti seçime giremez. Bu da kuşkusuz hazineden  yardım almayan, nispeten maddi olanakları zayıf partilere vurulan bir darbe ve antidemokratik bir uygulamadır. Yukarda da belirtildiği üzere, bu kanun, ön seçim veya aday yoklaması yöntemleri arasındaki tercihi parti yönetimine bırakmıştır. 

Madde 43/3 ise propaganda esaslarını belirler. "Aday adayları, mensup oldukları partinin programı, büyük kongresinin ve yetkili merkez organlarının kararları ile partinin seçim bildirisi dışında, milli, mahalli yahut mesleki çapta herhangi bir vaadde bulunamazlar ve Türkçe’den başka dil ve yazıkullanamazlar" Günümüzde sıkça tartışılan bu madde, Türkçe dışında bir dille propaganda yapmayı yasaklıyor.

Madde 53e göre ise parti içi disiplin soruşturmasında ceza almış bir parti üyesinin yargı organlarına itiraz hakkı düzenlenmemiş. Madde 57 ise itiraz mercii olarak Asliye Hukuk Mahkemesini işaret etmektedir. Mahkemenin kararı ise kesindir.

Madde 67-69 maddeleri ise siyasal partilere ticari faaliyette bulunmayı, kredi ve borç almayı, siyasal amaç dışında taşınmaz sahibi olmayı yasaklamıştır. Fikrimce bu gayet yerinde bir yasaktır.

Aslında bu kanunun en çok tartışılan maddelerinin bulunduğu kısım, dördüncü kısmın birinci bölümü olan yasakları içeren maddelerdir. İlk fıkrada a) Anayasamızın 3.maddesine atıfta bulunulmuş ve bu maddeye aykırı parti faaliyetlerini yasaklamıştır.
b) Bölge, ırk, belli kişi, aile, zümre veya cemaat, din, mezhep veya tarikat esaslarına dayanamaz veya adlarını kullanamazlar.
c) Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini veya zümre egemenliğini veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamazlar ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar.
d) Askerlik, güvenlik veya sivil savunma hizmetlerine hazırlayıcı nitelikte eğitim ve öğretim faaliyetlerinde bulunamazlar.
e) Genel ahlak ve adaba aykırı, amaçlar güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar.
f) Anayasanın hiçbir hükmünü, Anayasada yer alan hak ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şekilde yorumlayamazlar.

Açıkça görüldüğü gibi, bu madde ve fıkraları, siyasal partilere siyaset yapmaları için çok küçük bir alan bırakmıştır. Yasaklar bununla da bitmiyor. Bağımsızlığın korunması, devlet tekliği ilkesinin korunması, azınlık yaratılmasının önlenmesi, bölgecilik ve ırkçılık yasağı, eşitlik ilkesinin korunması, Atatürk ilke ve inkılaplarının korunması, Atatürk'e saygı, laiklik ilkesinin korunması ve hilafetin istenemeyeceği, din ve dince kutsal sayılan şeylerin istismarı yasağı, dini gösteri yasağı, diyanet işleri başkanlığının yerinin korunması gibi başıklarda da çeşitli yasaklar düzenlenmiştir. Dördüncü kısımda ise çeşitli yasaklar düzenlenmiştir ve bunun içinde komik yasaklar bulunmaktadır. Örneğin; "Komünist, anarşist, faşist, teokratik, nasyonal sosyalist, din, dil, ırk, mezhep ve bölge adlarıyla veya aynı anlama gelen adlarla da siyasi partiler kurulamaz veya parti adında bu kelimeler kullanılamaz."
Ya da 1999a kadar 12 Eylül Harekatını eleştirmenin yasak olması gibi. Buradaki maddelerin çoğunu Anayasa Mahkemesi  tarafından uygulanmamaktadır. 
Bunların dışında bilindiği gibi parti kapatılması ülkemizde çok sık rastlanan bir durumdur. Refah Partisi davası hariç, bütün kapatılan partilerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yaptığı başvurular karşında Türkiye Devleti haksız bulunmuştur. Bunlar yüzünden parti kapatılması biraz zorlaştırılmış ve hazine yardımlarının kesilmesi gibi yeni yaptırımlar getirilmiştir. Anayasa Mahkemesinin partiler için verdiği kararlar ise kesindir.

Madde ek-1de ise parti yardımları düzenlenmiştir. Bu parti yardımlarından sadece barajı geçen partiler yararlanır ve bir sonraki seçime daha güçlü girerler. Statüko yine korunmuş olur.

Bu makalede SPK'daki maddeler dikkate alınarak bazı eleştirilerde bulundum ve yazının kapsamını da bununla sınırlı tuttum.